Category Archives: hava-su

Hadi gul

Gulumse be guzel kardesim. O kadar vakit harcayip gelmissin, izdirap cekmissin yollarda, sira beklemissin. Ufacicik bir tatilin hayali ile ne kadar calistin bi sen bilirsin. Gelmissin cennet gibi yere(bknz akyaka/mugla). Az biraz gul be guzel kardesim. Az bi gul, az biraz mutlu ol. Kaslarin biraz yumusasin ki buyuk resmi gor. Catmissin ki kaslarini yapmissin gorus alanini 16:9. Gunesi goremiyorsun, gokyuzunu goremiyorsun. Ah bi gorsen, omuzlarini geriye esnetip guzel havayi cigerlerinin derinliklerine ceksen. Bak bu bayrami bayram gibi yasasan. Ha geldi gelecek derken geldi gidiyor. Hala listendeki 12345 maddeyi yapmanin derdindesin biliyorum. O kadar parayi/zamani bir araya getirip koymussun gelmissin. Gerginligin denizin dalgalarinin sana ulasmasina izin vermiyor. Elindeki telefonu da sok cebine. Begenilme arzunu biraz azat. Bak begenilmeyi bu kadar arzulamadiginda, gokyuzunun mavi oldugunu goreceksin eminim(tabi ki biliyorsun gokyuzu mavi, bulutlar deterjanin oranina gore beyaz ile siyah arasinda giriyor hayatina).

Ben sana unut dertlerini demiyorum. Bi kac gunlugune geldigin deniz kenarinda bak denize, baliga bak(hemen mangali dusunme be arkadas) sakinles, bu gerginlik seni yoruyor. Ha iste o sirtindaki agri var ya o bu kadar gergin kumasindan oluyor. Diyeceksin ki donucez geri karmasaya. Ne para var cepte, ne haz var iste. Uc kurusa bes kofte pesindeyiz insanlar olarak. Kofte yok aslinda, kofte sensin. Kizariyorsun orada biri de gelip yiyecek seni.

Peki peki sustum. Gece gece rahatsiz ettiysem de ozrum kabahatimden buyuk olacak, okumasaydin 🙂 Saygi ve sevgi cercevesinde gevezeligi okudun bir tesekkuru borc bilir sevgilerimi kisa mesaj olarak gonderirim.

 

 

Şahitlik

Sahitlik

Bir süredir gir gerçeği kendim kavradım. Malum herkes kendisinden sorumlu, şimdiye kadar da biri de çıkıp çat diye bu gerçeği söylemedi, söylediyse de algılayamadım, düşünmedim algılamadım. Her gün fotoğraf çektiğimizi, paylaştığımızı düşündüğümüzde(sağ olsun İnternet – sosyal medya) her anımızı paylaşır olduk. Özelimiz mi kaldı artık diye insan sorası geliyor. Sevincimizi, üzüntümüzü, yalnızlığımızı ve yahut kalabalıktan öldüğümüz olayları/etkinlikleri paylaşır haldeyiz. Neden sorusu her zaman en rahatsız edici soru olarak kalacaktır benliğimde. Şahitlik istiyoruz. Biz oradaydık, mutluyduk, üzülüyorduk, yalnızdır vesaire vesaire(vs vs). O kadar hafızamız zayıflamış durumda ki günü gördüğümüzde bir çağrışım yapamaz oluyor. Onun yerine uygulaması var o sana neleri paylaşsan çat diye gösteriyor(timehop). Yahu o kadar bilinçsizce bir haldeyiz ki neredeydik, kimin ile beraberdik, ne yemiştik, ne içmiştik soruları havada. He işte konuyu bir güzel dağıtıp bilinçsizliğime daldım yine. Ne diyorduk, şahitlik. Yaşadığımız anın ne kadar bıdı bıdı(duygu yüklü anlar) olduğunu herkesle paylaşmalıyız ki sosyal bir yaratık olma statümüzü kaybetmeyelim. İnsanlar kim, kiminle, ne zaman, nerede, ne yapıyor sorularına cevap bulurken biz de anılarımızı başkalarının hafızalarında tutmaya çalışalım. Amman dikkat belki bir felaket olur ve kimse bizi hatırlamaz/unutur korkusu. Hem orada dursun, hem de selam bile vermeye lüzum görmediğimiz insanların hafızalarında yer etsin. Görelim ki dedikodu/kıskançlık/imrenme üçlüsü yakamızı bırakmazken, biz de nispeti alem(sosyal alem/medya) yapmadan duraksamayalım. Belki üç – beş kişi görür de kıskanır. Bizim ismimizi anar ve unutmazlar. Oradan da filme bağlayayım ki tam olsun. “Çılgın Max: Öfkeli Yollar” filmini de oturup yeniden ve yakın bir zamanda izlemişken başıma bir direksiyon imgesi düştü. “Şahidim ol cennete giderken“. Ne hissediyoruz? Ya da hissediyor muyuz? Bir başkasına ne hissettiğimizi nasıl anlatırız? (sorular sorular). Hocalar yazılacak konu verdiğinde yazdıklarımı zayıf ve konu bütünlüğü olmadığından kırmızı kalemli notlar sunuyorlar bana (Araya da İngilizce çalıştığımı sıkıştırayım) amma velakin kendi ana dilimde dahi karmaşık düşler/düşünceler içerisinde yüzdüğümü söylemeden edemeyeceğim.

Velhasıl kelam, sevgili sosyal medya arkadaşlarım şahidiniz oldum, oluyorum ve olacağım. Merak etmeyin gezin, yiyin, için.

 

11541582_10153446520763330_22503125_o

Dirseğinin değdiği bir hayat varken yanında uzaklara bakmak çok kolay. Kelimelerle değil hisler ile anlaşıldığı bir hayatın çok uzaklarda olmadığını bilmek ne güzel. Aynı yöne bakarken farklı şeyler görmek, farklı geleceklere sahip olmak ve bu konu seni hiç ilgilendirmiyor olması, bir duyguyu farkında olmadan bu kadar yoğun yaşayabilmek gerçekten uçan bir balonun arkasından baka kalmak gibi bazen. Bir duyguyu nasıl anlatabilirsin ki asla yaşamamış birine? Ya da nasıl anlatmaya çabalarsın senin hissettiğini hisseden birine. Ne kadar saçma bir uğraştır. Cümleye başlarken kuracağın kelimeleri dahi bilen birine anı paylaştığını nasıl anlatabilirsin? Bilmem ben kuramam büyük ihtimal. Bir motor seferinde çektiğim bu fotoğraf içimde ufak bir acı oluşturdu. En son ne zaman oturup bir anı yaşadığımı düşündüm, kelimeleri dahi boş verdiğim günlerden ne kadarda uzak kalmışım. Paylaşmayı unutuyor muyuz acaba ıssız sokaklara bir başımıza korkusuzca girerken, bakmayın çok uzağa değil eve gitmeye çalışırken bile aklımızın köşesinde korku, ufak bir heyecan varken. Kime ne, nerede, nasıl ve kim için orada olduğumuzun.

IMGP7029

 

Sanırım usulca olmayan kıskanç bakışları sergilemekten başka kaçar yolumuz kalmıyor. Tam karşı kıyıdan olmasa da karşı motordan bakışları yakalayabildim. Uzak düşler ile olan duygularımı tasvir edebilecek bir bakış.

Kuruyum bugün

Kurudum bugün,
Gözlerim kuru,
Tenim kuru,
Damarlarımdan kan çekilmiş gibi kuruyum.
Bir kağıt kesiğinde kan sızmayacak kadar kuru ellerim.
Dudaklarım kuru,
Gülsem parçalanacaklar diye düşünür oldum.

Sonuç mu yoksa süreç mi hayatı anlamlı kılar?

Başlangıç olarak bu konuda tamamen acemice gözlemlerim olduğunu vurgulamak isterim. Olur diyorsanız sizi köşeye alalım. Çaylar şirketten tabi ki de.

Hayat sürecini düşündüğümüzde pek çok alt işler ile geçiririz/bitiririz. Mümkün olduğu kadarı ile var olan en kısa sürede en iyi sonuca ulaşmak için çeşitli yollar buluruz. Kestirme yollar, gerekli olan araç gereçleri doğru dizilim ile çalışma yerine yerlesririz. Böylece gereksiz zaman harcamayı kazanca ceviririz. Ama ya bir güne daha fazla iş yapmak ne kazandırıyor bize? Asıl sorulması gereken ne kaybettiriyor?

Farkli olmak

Bir minibüsün arka koltuğunda otururken sadece birilerinin düşündüğünden daha uzun ya da kısa olduğun için hayattan acı çekersin. Sırt ağrısı başta olmak üzere türlü fiziksel eziyet dışında diğer yolcular tarafından da bir yargılanma ve şikayet bakışları içerisinde yapılıyor bu yolculuk.
Neden standart ve kim belirliyor bu standartları? Genel yapıda analizci arkadaşlar oturuyor hedef kitleyi inceliyor. Bunlardan büyük orandaki benzerliği çıkartıyorlar ve sonuç pek çoğumuza asla uymayan ürünler oluyor. Ve biz şikayetçi olsak da ufak bir yüzde oluşturduğumuz için dinlenemiyoruz. Bu örneği toplumsal ön yargı ve ahlak/kültür yapısına da benzer yıllardan beri süre gelen bir görüş içerisine girildiğinde o standartlara uyman beklenir. Pek mantıksız gelen bu işlem sayesinde/yüzünden toplum parcalanmadan hayatına devam ettirildiği öne sürülür. Ufak bir çoğunluğumuz ise büyük hasarlar içinde yaşamaya belki de ölmeye itekleniriz. Iki örnek arasında yapılamayacak şeyler yok mu derseniz mutlaka var. Şikayet edeceğime başka yolları deneyebilirim. Hem masraflı hem de yıpratıcı ilk zamanlar peki ya sonra?

>Güne düşen yapraklar

>Şairlerin heykelleri bize bakarken,

Biz düşüyoruz dalımızdan,
Utanmıyoruz bile önlerinden düşerken,
Ve düşünmemekten,
Anıları düşünüp kayboluyoruz geçmişte,
Ya da kaybediyoruz kendimizi yarında,
Düşünmeden yaşıyoruz utanmadan,
Üzücü bir şey sanki sabahları,
Ve kuşlar görüyor halimizi,
Cıvıldamıyorlar etrafımızda etrafımızda artık,
Neşe ile selamlamak gerekirken ustaları,
Üzülüyorlar arkasından gelen bizlere,
Düşünmeden düşerken dalımızdan toprağa…

>Bir Şeyler Yazmak – 2

>

Yarım kalmışlıkların gölgesinde çürüdüğünü düşündüğün anda atla bi vapura,
düşünmeden nereye neden diye,
Bitirmeyi düşünmeden,
İskeleden ayrılmaya hazırlanırken zıpla vapura,
dertlerini üzerinden düşür orada,
Neden bırakamayasın ki dertlerini kıyıda
koca koca demir yığınları batmadan duruyor ya suda,
herşey mümkün demek ki,
hele hele martılar,
martıymışsın gibi dibinden uçuyorlar ya seninle,
derdin yokmuş gibi süzülüyormuşsun gibi onlarla,
neden bırakamayacakmışsın seni sen olmaktan alıkoyanları?
Diye düşünmüştüm. Ama bugün;
Ruhun ağır gelir bedenine uyanırken,
Ruhun karışmak isterken toprağa,
Sen onu yine ızdırap dolu bedenine gömer ve çekersin hayatı,
Oysa yatsam kahverengi toprağa,
Baksam mavi gökyüzüne,
Düşünsem yeşillenen hayatı,
Bulutlansa hava yavaşça sen düşündükçe yeşili,
Yavaştan ıslansan,
Yavaşça çürüsen kahverenginin kollarında,
Yavaşça yeşillense kahverengi seninle,
Sessizce huzur dolsa içine,
Sen kahverengiyi düşünmek yerine yeşili yaşasan,
Ruhunla yeşeren bir kahverengi ile huzur dolsan..
Ve sende yeşersen sabahları yeşil ile…
Ruhun paylaştıkça seni daha bi yaşıyor, daha bi varmışsın gibi hissetse..

>Al beni yar götür…

>Götür gittiğin yere…

Burası daha bir saçma artık…
Kalmak istemiyorum burada…
Denizi görüp tuzun tadını alayım…
Mutlu olayım artık…
Dinlenebileyim artık…
Günlerin geçmesi için güzel günleri düşlemek yerine, o günlere gidelim…
Sabah olsun mutlu uyanayım…
Günün yükü çökmeden omuzlarıma, uyanayım güzelce…
Saçmalıklardan uzaklarda…
İnsanın olduğu her yerde saçmalık varsa insanlardan uzaklara gideyim…
Çünkü bitmek üzereyim… Parçalanıyorum yavaş yavaş… Toparlanmam gerekiyor…

>Teftiş

>

Bugün sayın milli eğitim bakanımız fakültemizi açmaya geldi( gerçi biz fakülteyi açalı 1 ay oldu ve yarısı hala kaba inşaat halinde ne yüzle açıldı merak konusu ama) kendisi gelip bizleri gördü.Bizde onu gördük ama pek ilgilenmedik;) birazcık bozuldu gibi ya bilemiyorum…Birde hocaların isteği ile boş olan sınıflara dağıldık gayet güzel bir şekilde ders kaynadı..Acaba amaçları neydi hocaların bir fikrim yok ne yazık ki…Güzel şenlikli bir gün oldu bizim için;)