Category Archives: hava civa

Şahitlik

Sahitlik

Bir süredir gir gerçeği kendim kavradım. Malum herkes kendisinden sorumlu, şimdiye kadar da biri de çıkıp çat diye bu gerçeği söylemedi, söylediyse de algılayamadım, düşünmedim algılamadım. Her gün fotoğraf çektiğimizi, paylaştığımızı düşündüğümüzde(sağ olsun İnternet – sosyal medya) her anımızı paylaşır olduk. Özelimiz mi kaldı artık diye insan sorası geliyor. Sevincimizi, üzüntümüzü, yalnızlığımızı ve yahut kalabalıktan öldüğümüz olayları/etkinlikleri paylaşır haldeyiz. Neden sorusu her zaman en rahatsız edici soru olarak kalacaktır benliğimde. Şahitlik istiyoruz. Biz oradaydık, mutluyduk, üzülüyorduk, yalnızdır vesaire vesaire(vs vs). O kadar hafızamız zayıflamış durumda ki günü gördüğümüzde bir çağrışım yapamaz oluyor. Onun yerine uygulaması var o sana neleri paylaşsan çat diye gösteriyor(timehop). Yahu o kadar bilinçsizce bir haldeyiz ki neredeydik, kimin ile beraberdik, ne yemiştik, ne içmiştik soruları havada. He işte konuyu bir güzel dağıtıp bilinçsizliğime daldım yine. Ne diyorduk, şahitlik. Yaşadığımız anın ne kadar bıdı bıdı(duygu yüklü anlar) olduğunu herkesle paylaşmalıyız ki sosyal bir yaratık olma statümüzü kaybetmeyelim. İnsanlar kim, kiminle, ne zaman, nerede, ne yapıyor sorularına cevap bulurken biz de anılarımızı başkalarının hafızalarında tutmaya çalışalım. Amman dikkat belki bir felaket olur ve kimse bizi hatırlamaz/unutur korkusu. Hem orada dursun, hem de selam bile vermeye lüzum görmediğimiz insanların hafızalarında yer etsin. Görelim ki dedikodu/kıskançlık/imrenme üçlüsü yakamızı bırakmazken, biz de nispeti alem(sosyal alem/medya) yapmadan duraksamayalım. Belki üç – beş kişi görür de kıskanır. Bizim ismimizi anar ve unutmazlar. Oradan da filme bağlayayım ki tam olsun. “Çılgın Max: Öfkeli Yollar” filmini de oturup yeniden ve yakın bir zamanda izlemişken başıma bir direksiyon imgesi düştü. “Şahidim ol cennete giderken“. Ne hissediyoruz? Ya da hissediyor muyuz? Bir başkasına ne hissettiğimizi nasıl anlatırız? (sorular sorular). Hocalar yazılacak konu verdiğinde yazdıklarımı zayıf ve konu bütünlüğü olmadığından kırmızı kalemli notlar sunuyorlar bana (Araya da İngilizce çalıştığımı sıkıştırayım) amma velakin kendi ana dilimde dahi karmaşık düşler/düşünceler içerisinde yüzdüğümü söylemeden edemeyeceğim.

Velhasıl kelam, sevgili sosyal medya arkadaşlarım şahidiniz oldum, oluyorum ve olacağım. Merak etmeyin gezin, yiyin, için.

 

11541582_10153446520763330_22503125_o

Dirseğinin değdiği bir hayat varken yanında uzaklara bakmak çok kolay. Kelimelerle değil hisler ile anlaşıldığı bir hayatın çok uzaklarda olmadığını bilmek ne güzel. Aynı yöne bakarken farklı şeyler görmek, farklı geleceklere sahip olmak ve bu konu seni hiç ilgilendirmiyor olması, bir duyguyu farkında olmadan bu kadar yoğun yaşayabilmek gerçekten uçan bir balonun arkasından baka kalmak gibi bazen. Bir duyguyu nasıl anlatabilirsin ki asla yaşamamış birine? Ya da nasıl anlatmaya çabalarsın senin hissettiğini hisseden birine. Ne kadar saçma bir uğraştır. Cümleye başlarken kuracağın kelimeleri dahi bilen birine anı paylaştığını nasıl anlatabilirsin? Bilmem ben kuramam büyük ihtimal. Bir motor seferinde çektiğim bu fotoğraf içimde ufak bir acı oluşturdu. En son ne zaman oturup bir anı yaşadığımı düşündüm, kelimeleri dahi boş verdiğim günlerden ne kadarda uzak kalmışım. Paylaşmayı unutuyor muyuz acaba ıssız sokaklara bir başımıza korkusuzca girerken, bakmayın çok uzağa değil eve gitmeye çalışırken bile aklımızın köşesinde korku, ufak bir heyecan varken. Kime ne, nerede, nasıl ve kim için orada olduğumuzun.

IMGP7029

 

Sanırım usulca olmayan kıskanç bakışları sergilemekten başka kaçar yolumuz kalmıyor. Tam karşı kıyıdan olmasa da karşı motordan bakışları yakalayabildim. Uzak düşler ile olan duygularımı tasvir edebilecek bir bakış.

Evren Hareketi Alkışlar

Sevgili Metin Akın[0] bir gün “Evren Hareketi Alkışlar” demişti. Düşünülecek bir konuydu bu benim için. Kendisi hala benim bolca düşüneceğim konularda uzunca yazılar yazıyor. Kendisi ile bugün telefonda konuştuğumuzda artık yazmanın vakti gelmişti diyerek birbirimize meydan okuduk. (Bir yakıt birimi olan “Gaz” ile ancak bu motivasyonu kendimizde bulabileceğimi düşündüm/uzun sürmedi/ anında kabul ettim.) Konuya geri dönecek olursak. Bir eylem içerisine girme hevesindeyim.

İlk olarak bağımlılıklarımdan kurtulma eylemi olacak. Başlıcıları:

– İnternet,

– Sosyal Medya,

– Ufak tefek geçiştirmelik uğraşlar ile ömrü doldurma ve fark edilmesi kaçınılmaz gerçeklerle yüzleşmeyi engelleyen “HEDE”ler.

Bunlar rahatlıkla kurtulanabilir şeyler gibi geliyor ancak vakit dediğimiz bize asla yetmeyen hayali gerçekliği bir şekilde doldurmuşuz. Nasıl mı?

İstanbul gibi bir şehirde yaşayınca ulaşım konusunda bolca vakit harcıyoruz. Tabi ki delilik sınırına gelmiş bir otobüs/metrobüs[1] 220 kişi taşıdığı söyleniyor. Peki bu kadar kişi sabır seviyesinin son sınırlarında yaşıyorlarsa nasıl birbirlerini öldürmeden(çoğu zaman) yolculuk yapabilirler(yolculuk zamanı +30dk)? Tabi ki bağımlısı olduğumuz şeyler ile etrafına/yolculara ilgisini kaybederek. Bir şekilde eksikliğini/yalnızlığı/öfkesini bir sosyal medya üzerine/arkadaşına aktararak(kusarak) rahatlıyor. Sonuç olarak bugün de ölmeden yolumuzu bitirip evimize gelebiliyoruz.

Bu ufak eylemlerden kurtulmaya çalışma v0.01:

– Akıllı cihazınızın üzerinde uygulamaları silmek.

İşte bu çılgınca bir işlem. Meğerse kısa kısa yetişemiyorum dediğimiz hayat yavaş akıyormuş. Bir boşluğu fark etmek değil de o boşluk ile etrafının kaplanıp seni boğması olarak yaşanacaktır. Bknz: sigarayı bırakmak.

– İkinci aşama buradaki boşluğu daha mantıklı bir konu ile doldurmaya çabalamak.

Etrafımdaki insanlardan alabileceğim yakıt(Gaz) ile hayata daha yararlı şeyler üzerinde en azından düşünmek üzere vakit ayırmak.

 

Şimdilik amaçlar, hedefler ve sonuçları söylediğime göre dağılabilirim.

Saygılar sevgiler esenlikler.

2012’den 2013’e geçerken alınan notlar ve değerlendirmeleri

Genel olarak ufacıcık kağıt parçalarına aldığım notları aktaracağım bakalım neler düşünüp neler yapmışım.

– Neydim, ne oldum? – Kim olmak istiyordum? Kim oldum?

– Neleri başardım? Neleri kaybettim?

–  Geleceğime nasıl yön verdim?

Ana sorular olarak bunlar vardı 2012 bitiminde. Peki ya hedeflerim?

– Konusunda başarılı bir sysadmin olmak,

– Dans öğrenmek, (niyet önemli şimdilik hala askıda)

– Yüzmeye yeniden başlamak, (bir kaç yerle görüştüm ancak zor iş istanbulda)

– Konu ile alakalı sertifika almak, (lpi sınavına girildi.)

– Yurt dışı eğitim olanakları, (ieft fuarına katıldım. Bir iki üniversite aklıma yattı ancak 2014 ve ya sonrasına bırakıyorum şimdilik)

– Yabancı bir dil eğitimi (italyanca, fransızca ya da almanca)(Kendi çabam ile fransızcaya başladım ancak yine rafa kalktı kısa sürede.)

– Yurt dışı gezileri (İngiltere-londra, Almanya-düsseldorf, Japonya-osaka, Yunan adaları- mikonos, Tayland, İtalya-venedik-roma, Rusya) (Şimdilik vize olamamsı ve ufak bir tatil olarak tayland-Bangkok,pattaya gezisine gittim)

– Yeni bir iş, (Symturk ailesine katıldım.)

– Opera, sinema, tiyatro’ya daha önem vermek, (hala yeterince zaman ayıramadım utanıyorum.)

– Klasik bir amaç daha tabi ki yüksek lisans’a başlanacak. (yurt içinde tabi ki ales gibi bir sınava katılmak gerektiği için her seferinde kaçırıyorum başvuruyu başka bahara kaldı bu da)

 

Sonuç olarak yıl içinde daka fazla çabalamak gerekiyor. Önümüzdeki günlerde de 2014 için bir liste yayınlayacağım inşallah.

Kuruyum bugün

Kurudum bugün,
Gözlerim kuru,
Tenim kuru,
Damarlarımdan kan çekilmiş gibi kuruyum.
Bir kağıt kesiğinde kan sızmayacak kadar kuru ellerim.
Dudaklarım kuru,
Gülsem parçalanacaklar diye düşünür oldum.

Var miyim yok muyum?

Işin ilginci hala bilemiyorum aslında. Nefes alan ben miyim yoksa bana mi öyle geliyor? Her adım attığımda ayağım parçalanacak diye korkarken nasıl koşmami bekliyorsun? Yoksa delice yaşamayi mi seçmek lazım. Tek bir an için ölebilirmiş gibi heyecan ile tutku dolu.

Sebep?

42

Tamam işe birazcık daha duygusal yaklaşalım. Herkesin aklında olduğu gibi bir miktar düşünceler içerisindeyiz. Kimiz, neyiz, neden varız, ne yapacağız?

Yaşıyoruz. Peki nasıl?

Yemek yiyoruz bazen beğenmiyoruz. Küçümsüyoruz, bu ne böyle diyor kenara koyuyoruz. Dışarıda yiyorsak garsonu aşçıyı azarlıyoruz. Çünkü bunun için çalıştık. Bunun için cebimizdeki parayı bu yemek karşılığında onlara vereceğiz. Bazen beğeniyoruz hiç ihtiyacımız olmayan hatta hiç bir zaman ihtiyacımız olmayacak kadar yiyoruz. Neden çünkü böylece yaşamaya anlam veriyoruz. Bugün bunu yedim. anılarıma bu zevki kattım. Bir sebebim var.

İçiyoruz. Bazen sabaha kadar dibini görene kadar. Sarhoş oluyor kendimizi kaybediyoruz. Raks edip meşke dalıyoruz kimi zaman. Neden yaşamaya birazcık daha inanmak ve bir sebep bulmak için. Usulca dinlendirmek için beynimizi artık boşu boşuna düşünme bak bugünü de bir anlam yükledim. Hadi mutlu ol azıcık. Beni rahat bırak. Bak sana da bir bira açtım.

Olabilecek en acizce olan ve en çok bizi rahatlatan şey televizyon seyrediyoruz, dizi şu,bu,o peki neden? İzlerken beynimizden tüm sorunları, düşünceleri atabildiğimiz için. Kim gece rahatça hiç düşünmeden usulca dinlenebilir? Tüm gün fiziksel olarak yorulan birisi. Hangimiz o kadar hakkını veriyoruz bu içine sıkışıp kaldığımız bedenin? Ya da o kadar zevkle ve fazlasıyla yediğimiz o yiyeceklerin? Nerede o kebaplar, dönerler, off bir de şimdi deli gibi bir pide olsa kuşbaşılı kaşarlı. Zevkten öldük diyelim yerken. Peki yeme sebebiyetimiz sadece bu mudur? Hayat artık sadece zevk almak mıdır? Tatmin olmak mı? Bir bakış tatmin için mi, bir parça yiyecek, bir damla dahi olsa o şarap mı bizi hayatta olduğumuza daha fazla inandırıyor? Evet. Sadece bunlar ile tutarsak artık tatmin olamayacak biriyizdir. Sıkılan asla yetmeyen. Çünkü ne yersek yiyelim tekrar acıkacağız, susayacağız, sarhoş bile olsak ayılacağız. Bunları her geçen gün fazlası ile devam ettiremezsek ne olacak? 140 kg olsak mesela? Ya da alkolü kanımızdan hiç arındırmasak? Mutlu olacak mıyız? Ya da tatmin? Ya da sabahlara kadar sevsek? Yetecek mi peki bunlar?  Yetmeyecek arkadaş kandırma kendini. Hadi bir doz/yudum daha al. Seni doyuracak, tatmin edecek, hayatta olduğunu inandıracak bir doz/yudum daha al.

Belki de gerçekten her şeyin cevabı 42’dir ve biz boşu boşuna bu kadar işkence çekiyoruz. Bu döngüler ile hayatı sürdürüyoruz.

Hadi bir döngü daha kur da hayata geri dönelim.

Müzik bir sevdadır

Bir sevdadır müzik. Bu sevdayı hep yanımızda taşımak, başucumuzdan ayırmamak isteriz. Ancak Gb’ları bulan müzik arşivimizi kendi bilgisayarlarımız arasında bile taşımak işkence gibi gelir. Taşıma esnasında yerin kalmaması, taşınırken yanlışlıkla silinmesi gibi durumlar sonrası taşıma işlemini durdurup o bilgisayara ya da oynatıcıya bağımlı kalırız. Ancak bu can sıkıcı olur(Evde birden fazla bilgisayarım olduğu için kendimi düşünerek yazıyorum).
Peki buna nasıl bir çözüm bulunabilir acaba? Biraz araştırma yaparak mpd‘ye ulaştım. Burada sunucu istemci modeli oluşturulmuştur. Sunucuyu bir yerden çalıştırmaya başlayınca sadece istemci ile bağlanmak kalıyor. Burada hayatı kolaylaştırmak adına avahi teknolojisi ile beraber gelen bir client tercih etmek gerekiyor.
Ne işe yarayacak bu avahi peki? Mac os üzerindeki bonjuer’a karşılık geliyor aşağı yukarı. Yani derseniz, sizin ip’lerden portlardan haberdar olmanıza gerek kalmadan uygulamaların birbiri ile konuşmasını sağlıyor sanırım(hayatta pek az şeyden eminimdir).
Yani evinizde ağa dahil olduğunuz bir bilgisayar(ki grafik ekrana ihtiyacınız yok)
üzerine gerekli programı çalıştırmanız yeterlidir. Başka bir bilgisayarda aynı ağa dahil bir bilgisayar sunucunun bilgilerinden habersiz gibi gözüküp onun bilgilerini(müziklerinizi) size sunar.
Kullanıcı açısından hayatı kolaylaştırıyor gibi gözüktü gözüme.
Konudan uzaklaştım biraz hemen toparlayayım. Bir avahi destekli müzik sunucusu kuruyoruz, arşivi tarayıp çıkarıyor kendisi sessiz ve sakin şekilde. Daha sonra ağa dahil bilgisayar, tablet bilgisayar, cep telefonu vs ile müziğimiz dinliyoruz. Tabi ki aynı protokolde çalışan bir istemci ile.
Aslında yazmak istediğim bu değildi… Mpd yi araştırdım istemci uygulamalarına baktım pek beğenemedim işin açıkçası 🙂 Hem apple ürünlerinde kullanılan bir protokolünü destekleyen istemci ve sunucuların varlığını gördüm(ki bu fikri veren de bir Apple kolaylığı olmasıdır sn. çağlar kilimci sağ olsun). Protokol olarak da “daap” kullanılıyormuş.
Araştırmalarım herhangi bir sunucu kurmadan bir müzik çalar üzerinden paylaşma yönündeydi. Ancak bunu yapan sadece rythbox olduğunu fark ettim(bir çoğu bu özellikten vazgeçmiş). Biraz can sıkıcı oldu benim için tabi ki. Daha sonra mt-daapd kullansak nasıl olur acep dedim. Kendi çapımda paketini yaptım 2011 için. Sonuç olarak amarok (2011,2009 ve kurumsal sürümleri içindeki) bağlantı sağlandı. Yine paketini oyun alanında tuttuğum banshee de çalışıyor ancak ip yazmak gerekiyor.

http://en.wikipedia.org/wiki/Digital_Audio_Access_Protocol#DAAP_Clients de kullanılabilecek istemciler yer alıyor.
Şimdilik bu kadar benden.

>Bir Şeyler Yazmak

>Eskiden severdim kağıt ile kalemin uyumunu… Sanki ben yazmıyordum, kalem zevk alıyor, kıskanıyor, sinirleniyor ve kızıyordu sanki kağıda… Kelimeler akıyor gidiyordu. İşte bunu yapmayalı çok olduğunu fark ettim yine… Ancak elimde ne doğru düzgün bir kağıt kaldı(kalbin kadar temiz bir kağıt ;). Yine sanallık üzerinden bunları yazıyorum. Ama tam bir tatmin duygusu yaşayamıyorsun galiba… En azında ben bunu hissediyorum. Peki neden bunları yazıyorum? Derdim nedir yani. Bir süredir isyan ettiğim şeyin üzerinden geçildiğini fark ettim. Artık insanlar yeniden blog yazmaya başladılar. Bir kaç tanesini okuduğumda gaza gelmiştim. Bende yazayım fikirlerimi. Sonuçta bir etkileşim zincirinin bir parçası olmak istedim… Ancak işte okulu bitirme çabalamaları içerinde boğuldum.

Peki ya şimdi?
Şimdi daha rahatım. Huzurlu ve mutlu muyum? Pek değilim… Bugün kalan tek dersten kalacağımı öğrendim. Ancak kesin değildi… Kesin olsun daha sonra sövmeye başlarım diye düşünüyorum:)
Peki “bana bakın” durumunda ne bahsedebilirim?
Bir süredir ufak tefek blog yazıları hazırlamıştım. onları hazır edip bugünlerde yayınların diye düşünüyorum. Ama aksilik olur kızmayın hemen…
Okulu bitirmeye çabalıyordum. Galiba başarısız oldum. Bu konuda belki bi iMac gelebilir :p
Okulda öğretilen(en azından öyle iddaa edilen) şeylerin çok azını öğrendiğimizi gördüm. Pek çok şey unutuluyor. Tekrar edilmesi ya da adam gibi anlatan birileri tarafından sevilerek anlatılması gerekiyor… Bu konu hakkında bi büyük düşüncem vardı. Ama kandil’miş. O kadar da günaha girmeyelim dedim. 12 den sonra bişiler bakarım büyük ihtimal…
Bu aralar Redd ile Jehan Barbur dinliyorum. Sakinleşiyorum. Bir süredir uykusuz okuyorum. Bu kültürden nasıl yoksun kaldığımı anlamış değilim… Vaktinde dergi olarak Level okurdum. Sanki bu durumu hobi olarak sadece bilgisayarı seçmemden kaynaklanıyor. Bu işi severek yapmamın tek kaynağı bu hobi. Evi birazcık dağıttım tabi malum sınavlar falan… Temizliğe geçmem gerekiyor… En önemlisi yavaştan kendimi toparlamam gerekiyor… Hayatta ne kadar büyük saçmalıklar olsa da onlarla mücadele etmek gerekiyor…
Yakın zamanda yaptığım İstanbul ziyaretlerimde artık bir İstanbul sevdalısıyım. Vaktinde abartıldığını düşünürdüm. Ancak en güzel kural olan “Yaşa ve öğren” gerçekleşti.
Sonraki hayatımı burada geçireceğim için üzülüyorken artık seviniyorum… Tabi ki vakti geldiğinde yine ufak sinirlenmeler yaşayacağımı düşünüyorum.
Herkes gibi ufak bir İstanbul yazısı yazmayı düşünüyorum… Hayata dair, İstanbul’a dair… Birde güzel bi fotoğraf makinem olsaydı iyidi ama neyse. İşe başlayabilirsem onu da alacağım…
Hayatımda güzel olan şeyler de var ama onlar benim içimde gizli…

>
Ve biraz ders çalışmak gerek….Yoksa nasıl bitecek bu okul?Fazla sürmedi masanın bu hali merak edenler için…