Uçtular. Gittiler. Ve bitti. Bir masa, yalnız kaldı gittiklerinde. Üzerindeki kırıntıları bitirmeden gidişlerinden, aslında kırıntılar için gelmediklerini anlamıştı. Boşluğu fark ediyordu aslında fark etmediği yerlerde. Boş olmayan kısımlarını asla fark edemezdi, ta ki boş kalan yerlerde usulca dolan su birikintilerini görene kadar. Üzülecek miydi gidenlerin arkasından? Ufak bir parçasını kaybettiğini biliyordu gidenlerle. Bir bütünü oynamak, bir parça kendini katmak gerektiğini kendisini bilmeden biliyordu. Her giden bir parçasını götürürken, ona bir parça bırakıyordu. Kendine kalan parçaları topladığı ufak kavanozu asla kaybetmeyeceğini anılarla dolduruyordu.
Kavanoz ne kadar küçük olursa asla dolmuyordu oysa. Her yeni parçada biraz daha fazlasını almak istercesine kapağı açık bekliyordu. Güzel anlardan oluşan parçalarını her zaman gördüğünde tanıyacağı, bazen ansızın kavanozundan kurtularak rüyalarına girenlerin olduğu bir hayatı yaşamaktı isteği. Rüyalardaki anılar gerçeklerine gebe kalacaktı çünkü. O sıcak kokusu yayılan anı, yenisi ile daha da büyüyecekti. Her gidiş arkasından yeni gelişleri doğurduğunu hatırlatarak bitecek bir anı daha. Kavanozdan küçük bir anı çaldım ben hikayeci olarak. Ancak daha büyük anıları doğurması için çaldım. Umarım af eder.
Sonu ise kuşlar oldu. Kuşlar uçtu, o uçtu. geriye ne taş kaldı, ne demir, ne de yağmur damlaları.
0 Comments.